KIRILMIŞ BİR HAYAT

Her geçen gün biraz daha korkuyorum. Ya ben yanlış anlıyorsam… Kimseye de anlatamıyorum. Bunca soru işaretlerinin içinden nasıl çıkacağım ben?  Yüreğime hükmeden bu korku sisini nasıl dağıtacağım? Üzerime çökmüş karanlık, ne ileri gidebiliyorum ne de geri.  Keşke uzaklara, çok uzaklara gidebilsem! Tek başıma…
-Kızım! Hadi servisin geldi.
-Hemen geliyorum anne.
Ne olur bana dua et? Gitmeyi hiç istemiyorum. Yine onu göreceğim diye çok endişeleniyorum. Annem iyice sinirlenmeden gitmeliyim. Akşam sana olanları anlatmak için çok sabırsızlanıyorum. Hoşça kal benim güzel defterim.
-Hep böyle yapıyorsun Işık. Bu nasıl bir sorumsuzluk?
- Yine ne yaptım anne? Geldim işte.
- Bak bak! Dillerin çok uzadı senin? “Ne yapmış mış” hanım efendiye bak sen! Sen gelene kadar gitti okul servisin.
-Bunda ne var ki anne. Babam ya da sen okula bırakırsınız beni. Sonuçta ikinizin de araba…
- Demek sen ondan bu kadar rahat hareket ediyorsun. 
-Bırakamayız hanım efendi seni! İkimiz de işe yetişmek zorundayız.
-Baba yolunuzun üzerinde nasıl bırakamazsınız. Alt tarafı birkaç dakika geç kalırsınız. Neden böyle yapıyorsunuz, anlamıyorum gerçekten?
- Kızım kusura bakma ama senin o birkaç dakika dediğin zaman dilimi çok önemli bizim için. Sende öğreneceksin. Bu cezayı sorumsuzluğunun bedeli olarak düşün. He bir daha da sakın bana karşı sesini yükseltme! Çık şimdi yukarı.
Yukarı çıkar çıkmaz kendimi yatağıma attım.  Yüz üstü yattığım yatakta sadece ağlıyordum. Çok kızgındım onlara. Bu kadar sert davranmak zorunda değillerdi. Alt tarafı birkaç dakika…  Yattığım yerde doğrulmuştum. Gözlerimi tavana dikmiş öylece duvarı seyrediyordum. Gözyaşlarım yön değiştirmiş artık yanaklarımdan süzülmeye başlamıştı. Anlamadığım bir şeyler oluyordu. Sanki avazım çıktığı kadar bağırıyorum ama kimse beni duymuyordu. Hani bir rüya görürsünüz. Korkunç bir rüya… Yalnız sizin bulduğunuz boş bir sokak, önünüzü bile aydınlatmayan bir ışık ve peşiniz sıra gelen bir karartı… O karartı üstünüze çöker. Ve siz bağırırsınız, korkudan. Ama bağırdıkça iyice çöker üstünüze. Attığınız her çığlığı yalnızca kendiniz duyarsınız. Öyle bir an işte. Geçen gün öğretmenimiz bize “Sizler farklı bir dönemdesiniz çocuklar.” demişti. Sanırım ondan böyle hissediyorum. Yoksa neden kendimi bu kadar yalnız hissedeyim ki? Aslında okula gitmemek işime gelmişti. Tamam, annemle babama çok kızmıştım ama biraz düşününce bu duruma sevinmiştim de.  Onu görme ihtimalim kalmamıştı. Bana bakışları beni çok rahatsız ediyordu. Onu her gördüğümde yüreğime anlam veremediğim bir korku giriyordu.
Öylece tavana bakıp düşünürken uyuyakalmışım. Uyandığımda hava kararmıştı bile. Okul formalarım hala üzerimdeydi. Başımda inceden inceye hissettiğim bir ağrı vardı. Hemen doğruldum. Hareket ettikçe ağrı iyice şiddetleniyordu. Başımı ellerimin arasına alıp yatağın kenarına oturdum. Kafamı kaldırdığımda karşıda ki boy aynasında kendimi iyice inceledim. Saçlarım dağılmış, gözlerim şişmiş, yüzüm çok solmuştu. Ne kadar kötü duruyordum. Ayna da gördüğüm kişi, ben değildim sanki. Aynaya dalmış düşünürken annem geldi. Sabah ki halinden eser yoktu. Unutmuş gibiydi. Ama ben hala sabahın etkisindeydim. Beni öyle görünce odamın girişinde kalakaldı.
-Neyin var senin böyle?
-…
-Sana diyorum, Işık!
-Hiçbir şeyim yok!
-Hala sabah ki durum için böylesin değil mi?
-…
-Bu tavırların yüzünden sabah babanı da beni de çok sinirlendirdin. Hadi toparlan artık. Yemek yiyeceğiz.  Aşağıda seni bekliyoruz.
-Benim karnım tok. Siz yiyin yemeğinizi.
- Şu ses tonuna bak. Ne oluyor sana böyle Işık?
-Bir şey olmuyor anne. Kendimi iyi hissetmiyorum. Yemek yedim ben.
-Yalan söyleme bana!
-…
-Sen bilirsin. Bakalım babana ne diyeceksin.
Ben bile bana ne olduğunu bilmezken onlara ne dememi bekliyorlar bilmiyorum. Her şeyi parçalamak istiyordum. Tıpkı benim yüreğim gibi… Aynaya çevirdim tekrardan kafamı. Uzun uzun baktım. Sonra bir hızla kalkıp üzerimi değiştirdim. O anda telefonum geldi aklıma. Hemen telefonumu açtım ve Elif’e mesaj attım. Beni anlayabileceğini düşündüm. Ama cevap vermedi. Sonra diğer arkadaşım Ayşe’ye mesaj attım. Ben kendi derdimi anlatmadan o, sıra sıra bütün dertlerini anlattı. Yine kimseye anlatamamıştım. En iyisi beni sessizce dinleyecek olan defterimdi. Yine bütün içimi ona dökecektim. Sessizlik şu aralar en çok ihtiyacım olan şeydi. Duygularım ip gibi birbirine dolanmıştı. Bu durum sanırım büyüdüğümün bir sembolüydü. Bir ay sonra on yedi yaşıma basacaktım. Artık genç bir kız olarak özgürlüğüme yaklaşıyordum. Bunun heyecanı sarmıştı, bütün ruhumu. Üniversiteye gidip gençliğimin tadını çıkaracaktım. Tabi o zamana kadar bu evde kafayı yemezsem diye düşünüyordum, yatağıma yatarken.
Bu sabah daha erken kalmıştım. Hemen hazırlanıp aşağı indim. Babamda salondaydı. Ona sorumsuz biri olmadığımı kanıtlamış gibi hissediyordum. Başım dik karşısına geçip:
-Günaydın.
-Vay! Işık Hanım siz erken kalkar mıydınız?
-Baba bana böyle davranma. Alt tarafı bir iki gün geç kaldım. O da geç kalmak sayılmazdı.
- Nasıl davranıyormuşum ben sana?
-İşte böyle.
-Seninle uğraşamam Işık. Hem bak servisin geldi. Hadi git, bugün kaçırma bari.
-Çocuk gibisin baba. Sana da iyi işler.
Annemi görmeden çıkmıştım evden. İyi ki de görmedim. Onunda dalga geçer gibi konuşmasına katlanamazdım. Bu durum iyice zoruma gitmeye başlamıştı. Servis şoförü bile daha güler yüzlüydü bana karşı. Alt tarafı babamın bana “Aferin kızım”  demesini bekledim. Fazla bir şey değildi. Ama o her zaman böyleydi. Varsa yoksa iş yeri, iş arkadaşları… Anneme bile bazen sert tavrı sinirlerimi bozuyordu. Gün içerisinde anladım ki, arkadaşlarımın yanında daha iyiyim. Annem ve babamın bana yaptıklarını gün boyunca Elif’e anlattım. Elif benim haklı olduğumu, onlara bunu belli etmem gerektiğini söyledi. Bende öyle yapacaktım. Vakit nasıl geçti bilmiyordum. Çıkış zili çalmıştı. Okul bana iyi gelmişti. Birkaç günkü halimden eser yoktu. Ama ta ki o adamı görene kadar. Tam Elif kolumdan tutmuş bana bir şey göstermek için çekiştirirken,  kafamı bir çevirdim karşımda o durmuş bana bakıyordu. Bana bakıp bir de gülücük attı. Damarlarımın çekildiğini hissetmiştim. Donup kalmıştım. Elif’e “Dur!” diye bağırdım.
-Ne oluyor sana. Bana bu kadar insanın içinde nasıl bağırırsın?
-Bir şey yok. Canım acıdığından bağırdım. Yarın görüşürüz Elif.
Bana o kadar sinirlenmiş olmalı ki cevap bile vermeden gitti. O, hala bana bakıyordu. Beni görmeyeceği taraflardan yürüsem de bir şekilde bana bakıp göz kırpmayı başarıyordu. O kadar korkuyordum ki. Ellerim titremeye başlamıştı. Yanılmadığımı anlayınca gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye başladı. Okul servisine doğru yürürken o dalgınlıkla öğretmenime çarptım. Ağladığımı görünce bana neden ağladığımı sordu. Onu geçiştirip servisteki yerimi almıştım. Nasıl söylerdim ki böyle bir şeyi. Servisteki arkadaşlarım teker teker gelip neden böyle olduğumu sordular. Onlara da cevap veremedim. O an sadece eve gidip uyumak istiyordum. Bu durumdan nasıl kurtulacaktım bilmiyorum. Servisten iner inmez arkamı kontrol ede ede eve yürüdüm. Yaşadığım her şey filmler de ki sahnelere benziyordu. Yine annemlerden önce eve gelmiştim. Eve girer girmez kapıyı kilitledim. Hemen odama çıkıp odamın kapısını da kilitledim. Üzerimi bile değiştirmeden yatağıma girdim. Yorganı kafama kadar çekip saatlerce ağladım. Korkuyordum. Ya o adam bana zarar verirse. Ya bütün hayatımı mahvederse ne yapardım ben? Yorganın içinden kafamı çıkartıp hemen gözlerimi yine tavana diktim. Ne yapacağımı düşünürken sonunda anneme anlatmaya karar verdim. Bu fikir beni biraz da olsa rahatlatmıştı. Kalkıp hemen üzerimi değiştirdim. Tam cesaret edip odamın kapısını açtığım anda dış kapının sesini duydum. Tekrardan o kadar korktum ki.
- Kimsiniz?  Anne sen misin? Baba? Siz mi geldiniz?
-Işık kapıyı neden kilitledin? Bu halin de ne böyle? Yüzünün rengi bembeyaz olmuş, ne oluyor sana kızım?
-Anne çok korktum. İyi ki geldin. İyi ki varsın.
-Ay! Dur kızım. Çok yorgunum zaten. Sarılıp durma yahu. Çok terledim sende sarılınca iyice yapış yapış oldum. Sakin ol. Korkacak ne var Allah aşkına?
-Anne anlatacağım sana. Hak vereceksin bana. Çok korkuyorum anne.
-Kocaman kız oldun Işık. Hala mı yalnız kalınca korkuyorsun?
-Anne ben yalnızlıktan hiç korkmadım ki. Yanlış hatırlıyorsun.
-Aman neyse kızım işte. Çekil de üzerimi değiştirmeye gideyim. Daha yemek hazırlayacağım.
-Ama anne, sana çok önemli bir…
-Sonra kızım sonra.
Annem çok yorgun ondan dinlemedi beni, diye düşündüm. Bende anneme yemek hazırlarken yardım etmeye karar verdim. Hem böylece onunla konuşmak için daha çok zaman bulabilecektim. Ben mutfaktayken babam da geldi. Ona da koşup sarıldım. Ama o da çok yorgundu, beklediğim gibi sıcak bir tepki almadım. Eskiden daha çok seviyorlarmış gibi hissettim, mutfakta tabakları yerleştirirken. Mutfakta yapacak bir şey kalmayınca salona televizyon izlemeye geçtim. Bir saat kadar annemi de babamı da salonda bekledim. Artık sıkılmış yukarı onları çağırmaya gittim. Onları çağırdığım da, babamın karnı tok olduğu için annem de yorgun olduğu için yatacaklarını söyledi. Bana da “Sen hazırla bir şeyler ye.”, deyip ışığı kapatıp yatağa geçti annem. Onunla konuşmam gereken şeyin önemli olduğunu söylesem de “Daha sonra anlatırsın.”, deyip geçiştirdi. Derin bir nefes aldım aşağı inerken. “Yarın anlatırım bugün çok yorgunlar.”  diye kendi kendime konuşuyordum. Televizyonu kapatıp odama çıktım. Bir şeylerle uğraşsam da kafamı dağıtamıyordum. Yine bu yaşadıklarımı tek tek defterime yazdım. İşte o zaman biraz rahatlamıştım. Gözlerimi tavana dikmiş düşünürken uyumuşum. Gece gördüğüm rüyanın etkisiyle olmalı ki baya sayıklamışım. Bağırdığımı duyunca annem gelip uyandırdı beni.
-Anne, anne! Bırakma beni.
-Sakin ol kızım. Sadece bir rüyaydı. Korkma ben yanındayım.
-Annem! Ama çok kötü bir rüyaydı. Beni takip…
- Sadece bir rüya dedim Işık.
-Benimle uyusan olur mu anneciğim?  Ne olur.
-Ah Işık! Hiç büyümüyorsun. Kocaman kız oldun artık. Olmaz alışmalısın böyle şeylere. Kapın açık dursun.
-Anne lütfen!
-Tatlı rüyalar canım benim.
-Anne!
Annem sanki beni dinliyor ama duymuyordu. Adeta küçük bir kız çocuğu gibi ona yalvarmıştım. Ama o kapıyı korkmayayım diye aralık bırakıp geri gitti. Oysa bana rüyamda ne gördüğümü sorsa, neden böyle olduğumu sorsa… Ah annem! Keşke küçücük bir kız çocuğu kalsaydım. Büyümek gitgide zorlaşıyordu. Ne çok beklemiştim büyümeyi. Beklememe değmeyecek gibi hissediyordum. Sabaha kadar uyuyamamıştım. Gözüm hep tavanda düşünüyordum. Gözümü kapatmaya korkuyordum. Hep onun bana bakışı, göz kırpışı geliyordu aklıma. Gördüğüm rüya o kadar gerçek gibiydi ki… Elif geçen haftalarda bana gördüğü bir rüyanın gerçekleştiğini anlatmıştı. Uyandığım da ilk aklıma bu gelmişti. Ya benim rüyam da gerçekleşirse. Alarmım çalmasıyla bütün kafamdaki düşünceler dağılmıştı. İlk kez sonuna kadar çalmasına izin vermiştim. Ta ki babam sesten rahatsız olduğunu belli edecek o ses tonuyla bağırana kadar. Okula gitmek istemiyordum, ama bana bir o kadar da iyi geliyordu. Zor bela kalkıp hazırlandım. Eskisi gibi süslenmiyordum. Artık on dakika da hazırlanıyordum. Aşağı indiğimde annem mutfakta çayları dolduruyordu. Hemen koştum yanına.
-Anne beni bugün okula sen götürür müsün?
-Aa bugün olmaz Işık. Bugün çok yoğun olacak. Hemen işe gitmem lazım.  
-Ama anne. Peki, babama söylesem götürür mü beni?
-Git babana sor bakalım.
-Baba. Bir şey söyleyeceğim ama hemen hayır deme olur mu?
-Söyle bakalım. Ona ben karar veririm.
-Şey, beni bugün okula sen bırakır mısın?
-Neden?
-Neden mi? Yani özel bir şey yok. Sadece seninle gitmek istiyorum.
-Peki.
Babam ilk kez dediğim bir şeyi kabul etmişti. Hem de ikinci kez sorgulamadan. Bir hafta bu şekilde bir gün annemle, bir gün babamla okula gittim. Onu o günden sonra hiç görmemiştim. Bu durum beni iyice rahatlatmıştı. Ta ki bir haftanın sonunda okul servisimizin yeni şoförü ile karşılaşana kadar. Adeta beynimden vurulmuşa döndüm. O adam artık yakınımdaydı. Kabusum olan o yüz, o bakış… Bana bıyıklarının altından sırıtışı, korkularımı iyice çoğaltıyordu. Aman Allah’ım bu nasıl bir belaydı? Annemle kesin olarak konuşmam gerekiyordu. Yoksa kaybolacaktım bu korku içinde. O servise nasıl bindim, eve nasıl geldim bilmiyorum. Dikiz aynasından sürekli bana baktığını görüyordum. Gizli gizli ağlıyordum. Gözyaşlarımı kafamı gömdüğüm koltuğa salıvermiştim. Eve geldiğim de o bana:
-Burası sizin eviniz.
-Bi-li-yo-rum.
Korkudan sesim titremişti. Nasıl bir cesaretti bu. Nasıl bir pişkinlikti. Eve girer girmez kapıyı kilitledim. Evimi dahi biliyormuş, diye düşündüm. Daha fazla ileri gitmesinden çok korkuyordum. O ürkütücü bakışları sürekli gözümün önündeydi. Üzerimi bile çıkarmadım, öylece oturup annemi bekledim. Hava kararmıştı. Annem sonunda eve geldi. Onu görür görmez hemen koşup elinden tutup oturttum koltuğa.
-Dur! Işık ne yapıyorsun sen böyle?
-Anne seninle bu sefer konuşacağım. Dinle beni lütfen!
-Bu kadar acele olan nedir? Çok yoruldum sonra konuşuruz Işık.
-Hayır anne! Şimdi anlatacağım sana. Yardım etmek zorundasın bana. Kötüyüm anne, kötü. Uyuyamıyorum, istediğim gibi gezemiyorum, eğlenemiyorum, okula gitmek bile istemiyorum.
-Aslında gayet iyi görünüyorsun. Neyin var da böylesin peki?
-Bir adam var anne. Sürekli bana bakıp duruyor. Çok korkuyorum. Bunu fark edeli çok oldu. Bir ara görmedim hiç onu. Kurtuldum sandım. Ama, ama anne bugün tekrar...
Annem büyük bir kahkaha attı tuttuğum elini çekerken. Ben bu kadar ciddi bir şey anlatırken nasıl gülebilirdi?  O kadar şaşırmıştım ki. Onu inandırmaya çalışıyordum. Ama benimle dalga geçer gibi:
-Ay daha neler Işık. Bak kızım! Senin bu yaşta böyle şeyler hissetmen çok normal.
-Ama anne…
-Susta dinle beni. Bak çok dizi, film izliyorsun. Bu yüzden böyle şeylerle sürekli karşılaşabileceğinizi düşünüyorsun. Genç bir kızsın. Tam ilgi istediğin bir dönemsin. Ama bunu böyle saçma sapan yanlış anlamalarla yapma. Yanlış anlamışsındır.
-Hayır, anne yanlış anlamadım. Eminim. O adam bana kötü bakıyor, bunu hissediyorum.
-Peki, sana yanlış bir hareket mi yaptı da bunu hissediyorsun? Yoksa bir kere bakışını mı gördün?
-Sen beni dinlediğine emin misin, anne? Bence şu an sen saçmalıyorsun. Kızınım ben senin kızın. Böyle bir şey duyduğunda nasıl böyle sakin olursun?
-Doğru konuş benimle Işık. Bende senin annenim annen. Daha geçen gün aynı konuyu arkadaşımın kızı anlatmış ona. Sonra babası devreye girmiş. Ne olmuş biliyor musun küçük hanım? Bunun sadece bir yanlış anlama olduğu ortaya çıkmış, çıkmış ama kızın babası bu yüzden mahkemelik olmuş. Hala onunla uğraşıyorlar.
-Ne yani sen bana böyle bir olay yüzünden mi inanmıyorsun? Ama benim anlattığım şey bambaşka anne. Ne olur inan bana. Kötüyüm diyorum neden inanmıyorsun, neden?
-Yeter Işık! Senin saçma sapan ilgi çekme oyununu daha fazla dinleyemem. Geç odana.
-İnanmıyorum anne sana. Asla senin gibi bir anne olmayacağım. Yine arkadaşların yüzünden beni…
-Artık sus Işık. Ben anlamıyorum madem, babana anlat derdini.
-Ne sana ne de babama artık hiçbir şeyi mi anlatmayacağım. Ben kendim hallederim.
Yaşadığım hiçbir şeye anlam veremiyordum. Tek başıma kalmıştım. Deli divane gibi sadece odamın içinde bir o yana bir bu yana dolaşıp duruyordum. Ne yapacaktım artık. Bu düşünceli halim korkumdandı. Gördüğüm o rüya sanki gerçekleşiyordu. Sabaha kadar yatağımın kenarında öylece pencereden süzülen karanlığı izledim. Bendim bu karanlık. Her geçen gün daha da kötü olacağımı hissediyordum. Okul saati geldiğinde annem geldi odama. Okula neden gitmediğimi sordu. Daha fazla üzerime gelmemesi için kendimi iyi hissetmediğimi söyledim. O da dün akşamdan sonra suratı asık bir şekilde tamam, dedi ve gitti. Ne yapsam da aklımdaki düşünceler dağılmıyordu. Gün bitmişti bile. Tek bir saat bile uyumamıştım. Gözlerim kan çanağı gibi olmuştu. Tam uyumak için uzanmıştım ki kapı çaldı. Gözlerimi korkuyla açtım. Hemen mutfağa koşup elime gelen ilk şeyi alıp kapının yanına gittim. Kapının deliğinden baktığımda bir oh çektim. Kapıyı açar açmaz Aysu’nun boynuna sarıldım. Merak etmiş meğer okula gitmediğimi fark edince. Eve girmedi ayaküstü yarım saat kadar konuştuk. Giderken ona:
-Beni kimse sordu mu, Aysu?
-Ay söylemeyi unuttum. Emre sordu seni. Baya merak etmiş.
-Ya demek Emre sordu. Başka kimse sormadı değil mi?
-Elif falan sordu. Başka da hatırlamıyorum. Hem niye merak ettin ki sen bakayım?
-Aman öylesine. Tamam canım çok sağ ol geldiğin için. Kendine dikkat et.
-Sende. Heh bu arada Işık!
-Efendim.
-Bir de ne alaka bilmiyorum ama yeni şoför sordu. Gözüm pek tutmadı o adamı. Bir pişkin anlatamam.
-Amaan ne yapayım Aysu.
Nefesim durdu Aysu o adamın beni sorduğunu söyleyince. Annemin dediği gibi değildi bu. Emindim. Neyin peşindeydi bu adam? Sanki korku içime yerleşmişti. Ertesi sabah daha soğuktu içimdeki o duygu. Hazırlanmış, okul servisini bekliyordum. Çok erken kalktığım için baya bekledim. Annemle konuşmuyordum, babamla zaten nadiren konuşurduk. Evde havalar iyice soğumuştu. Normal aile değildik biz. Onlar var, ama yok gibiler. Korkularımdan kaçamıyordum, bende en soğuk halimle üzerine üzerine gitmeye karar verdim. Her zaman ki gibi serviste ki yeri mi almıştım. O, bana günaydın demişti, sanki kırk yıllık tanış gibi.(!) En soğuk halimle oturuyordum koltukta. Herkese çok soğuk davranıyordum. Onlarla eskisi gibi şakalaşmıyordum. Bu yüzden arkadaşlarım yanıma yaklaşamıyordu. Umurumda değildi de zaten. Yapayalnızdım. Bunu en derinden öyle hissediyordum ki istesem de eski Işık olamazdım. Bir şeyler beni içime doğru çekmişti. Orası karanlık, sessiz, kimsesizdi. O kadar yoktum ki orada… Nasıl kurtulacağımı bilmiyordum.
Son üç hafta okula sadece evin o soğuk havasından kaçmak için gitmiştim. Her geçen gün biraz daha üşüyordum evde. O adamın bana bakışlarını artık aldırış etmiyordum. Ondan korkmuyordum da artık. Birkaç defa benimle konuşmaya çalıştı ama her defasında ondan kurtulmanın yollarını buldum. Her günün sonunda odamın penceresinden süzülen o karanlığa bakıp kendimi düşündüm. Neden böyle olduğumu sorguladım da sorguladım.  Vardığım her sonuçta yanım da sadece annem ve babamı istiyordum. Ama onlar için iş daha önemliydi. Tek dertleri bana iyi bir hayat vermekmiş, öyle söyleyip beni geçiştiriyorlardı. Ah ah! Bir bilseler şu an ihtiyacım olanın ne olduğunu… Son çare dayanamayıp Elif’e anlatmaya karar verdim. Taşıyamayacaktım daha fazla içimde bu karanlığı. Hemen telefonu alıp aradım.
-Ne oldu Işık? Bu saatte beni neden aradın?
-Susta beni dinle Elif.
-Korkutma beni ne oldu, iyi misin?
-Anlatacağım ama kimseye söylemeyeceğine söz ver.
-Söz, söz! Hadi anlat ne oldu?

Her şeyi anlattım Elif’e. İçimde olan biten her şeyi. Korkularımı, hayallerimi, annem ve babama olan kırgınlığımı her şeyi… Elif çok şaşırmıştı, üzülmüştü. Ona daha önce anlatmadığım için çok kızdı. Hep yanımda olacağını söyledi. Hatta eve beraber gidip gelebilmek için planlar hazırlamaya başladı. O kadar huzurluydum ki. Uzun zamandır yatağıma bu kadar mutlu girmemiştim. Yeni yaşıma mutlu girecektim. Mutlu olmak bu kadar kolaymış diye düşündüm. Gülümseyerek uyumuşum ki sabah çok mutlu uyandım.
Bugün doğum günümdü. Ama yine hatırlamadılar. Hatta bugün beraber katılacakları bir yemek varmış oraya gideceklermiş. Annem bana akşam geç geleceklerini, dolapta yemek olduğunu üstüne basa basa söyledi. Neyse ki bugün hiçbir şey beni üzemezdi. İçimde bir huzur vardı. Çok özlemişim bu halimi. Okula on beş dakika kadar geç kalmıştım. Ama umurumda değildi. Koşa koşa Elif’in yanına gittim. Sımsıkı sarıldım. Ama Elif’ten beklediğim sıcaklığı hissedememiştim. Böyle düşündüğüm için kendime çok kızdım. Kuruntu yaptığımın farkındaydım. Hırkamı çıkarmış askıya asarken sınıftaki birkaç sevmediğim kızların bana bakıp fısır fısır konuştuklarını gördüm. Kafamı sallayıp kendime “Işık sen nasıl biri olmuşsun böyle. Her şeyi kendi üzerine neden alınıyorsun? Sustur şu saçma düşünceleri artık.” diyerek kızdım. Hatta ben böyle söylenirken Zehra ona bir şey sorduğumu sandı. Ders boyunca pür dikkat öğretmenimi dinledim. Her şeyi bu mutlulukla yapmayı çok özlemişim. Ama hala bir sorunum vardı; o da sürekli arkama bakıp durmamdı. Alışkanlık olmuştu. Her an biri beni izliyor gibi hissediyordum. Bunu da atlatacaktım, tabii Elif sayesinde. Gün boyunca o sevmediğim kızların bana bakıp konuştuklarını gördüm ve yanlarına yaklaştığım anda oradan uzaklaştıklarını fark etmiştim. Elif de sürekli bir şey söyleyecek gibi oluyor ama bir türlü söyleyemiyor gibiydi. Bunların hepsinin birer kuruntu olduğunu düşünüp kızıyordum kendime. Okul servislerinin yanına giderken Elif’e neyi olduğunu sordum, ama daha sonra konuşmak istediğini söyledi. Bana anlattığım konu hakkında tek bir soru sormamıştı. Oysa çok meraklıydı, her ayrıntıyı tekrar tekrar sormasından korkuyordum. Canının çok sıkkın olduğu belliydi. O yüzden ona ne olursa olsun yanında olduğumu, üzülmemesini, her şeyin geçeceğini anlatan cümleler kurmaya çalışıyordum. Tam o sırada yanımdan geçen birine çarpmıştım. Baya sarsılmıştı. Çarptığım kişi sınıf arkadaşımdı. Gün boyu bakıp duran kızlardan biri…
-Önüne bakıp yürüsene sen!
-Özür dilerim ama farkındaysan sende önüne bakmadan koşuyordun.
-Şuna bakın suçu nasıl benim üzerime atıyor.
-Doğru konuş benimle, kimseyi suçladığım yok. Ayrıca bunu yapan sensin Ela.
-Hadi be oradan! Sen kimsin de bana nasıl konuşmam gerektiğini söylersin.
-Daha fazla seninle uğraşamam.
-Ya demek uğraşamazsın. Doğru ben kimim ki değil mi? Ay sen ancak şoförlerle uğraşırsın. Söylesene Işık nasıl uğraşıyorsun. Göz mü kırpıyorsun yoksa gülücük mü atıyorsun? Yazık doğrusu…
-Kes sesini ne saçmalıyorsun. Ne dediğinin farkında mısın sen? Elif! İnanmıyorum sana. Demek o yüzden böyleydin sabahtan beri. Sizden nefret ediyorum.
-Ay ne kadar üzücü. Bizde senden canım.
O an gözüm dönmüş gibi Ela’nın saçlarından tuttuğum gibi yere yatırdım. Elif bir taraftan özür diliyor, bir taraftan bizi ayırmaya çalışıyordu. Etrafımız biriken insan topluğunu gördükçe iyice sinirlenip kendimi kaybediyordum. Kimse alamamıştı elimden onları. Ben değildim oradaki Işık. Başkasına bağırmaya bile çekinir korkardım. O an da ne olmuştu bana? Koşarak uzaklaştım oradan. Herkes peşimden bağırıyordu. Koştum koştum koştum. Bir ara durup dinlenecektim ki aniden biri kolumu tutup beni çekiştirmeye başladı.
-Sen, sen, sen o adamsın. Bırak beni.
-Evet, o adamım canım.
-Bana bir daha canım deme sakın. Bırak kolumu yoksa avazım çıktığı kadar bağırırım.
-Hadi bağırsana. Bu zamana kadar niye bağırmadın. Demek ki sende benden hoşlanıyorsun.
-Hayır! Bırak beni. Senden iğreniyorum.
-Korkma sadece arkadaş olacağız.
-İmdat! İmdat! İmdat! Bırak beni. Bırak.
-Tamam bağırma. Korkutmak istemedim. Sadece konuşmak istiyorum.
-Bırak beni dedim sana.
-Sakin ol. Bırakıyorum seni. Ama kaçma.
Beni bırakır bırakmaz kaçtım. Peşimden koştu ama yoldan geçen kadınların yanına gittiğim için yakalayamadı. Hemen bir taksiye binip eve gittim. Eve girer girmez kapıyı kilitledim. Hemen yukarı çıkıp kendimi banyoya attım. Öyle kötü hissediyordum ki… Öyle çaresiz, kimsesizdim ki… Ağlamaktan başka hiçbir şey gelmiyordu elimden. Islanış kıyafetlerimin ağırlığı beni aşağı çekmişti. Dizlerimi bedenime doğru çekmiş, başımı kollarımın arasına gömmüştüm. Ağladıkça yalnızlığım daha da çoğalıyordu. Suya karışan hıçkırıklarım duyulmuyordu bile. Bir an da onun kolumu bir an da tutuşu geldi. Kolumu tuttuğu yerden kesip atmak istiyordum. O an da kalkıp hırkamı, gömleğimi çıkardım ve elime geçen bir bezle tuttuğu yeri yıkamaya başladım. O adamdan,  kendimden, arkadaşlarımdan nefret ediyordum. Saatlerce kolumu son gücümle ovaladım. Kanamaya başlamıştı. Buna aldırmadan ovalamaya devam ettim. Son birkaç aydır yaşadığım her şey film şeridi gibi gözümün önünden geçmişti. Bir anda her şeyi sonlandıracak bir çare geldi aklıma. O an da durdu ağlamam. Kalkıp kurulanıp odama geçmiştim. Artık bu durumdan nasıl kurtulacağımı da ne yapacağımı biliyordum. Belime kadar uzun siyah saçlarımı tıpkı eski günlerdeki gibi aynanın karşısına geçmiş tarıyordum. Hala küçüklüğümdeki gibi yumuşacıktı. Aynaya bakarken küçüklüğüme dalmıştım. Gözlerim kapalı annemin saçlarımı tarayışını hayal ediyordum. O an annemi ne kadar özlediğimi fark etmiştim. Babamın da  “Kızım” deyişini öyle çok özlemiştim ki. Ben küçüklüğümü özlemişim meğer. Gözlerimi açtığımda gerçeklerle tekrar karşılaşmam yüreğimdeki kızgınlığı daha da arttırmıştı. Elimdeki tarağı son gücümle aynaya fırlatmıştım. Param parça olan aynada şimdi yüreğimi görüyordum. Kalkıp dolabımın üzerindeki makası aldım. Kırık aynada gördüğüm parçalarımla konuşur gibi bakışıyorduk. Yavaş yavaş saçlarımı kesmeye başlamıştım. Önce kısacık kâkül kestim. Sonra diğer kalan kısımlarını da kısacık kesmiştim. Saçlarım yamuk yumuk olmuştu. Artık son bir şey kalmıştı. Masamın başına oturup defterimi açmıştım. Her şeyi yazdım. Kırgınlıklarımı, kızgınlıklarımı, hayallerimi, yaşadığım her şeyi… Sonra son olarak anneme ve babama şunları yazdım:


“Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?”

Kayboldum annem, bulamıyorum kendimi.  Hangi sokağa girsem bir çıkmazla karşılaşıyorum. Ne zormuş meğer büyümek. Annem, ne olurdu bugün yanımda olsaydınız. Bugün benim doğum günüm babacığım. Yanımda en çok siz olun istedim. Keşke doğmasaydım. Olmasaydım bu hayatta.  Biliyor musunuz, anladım ki yoklukta değil de, varlıkta yok olmak çok zormuş. Bu varlık para değil ha sakın öyle düşünmeyin. Bu varlık sizsiniz be. Siz yaşarken yoktunuz anne. Baba neden bana “Aferin kızım”  demeye bile korkuyordun, neden? Çok değil sadece bir kere deseydin. O sabahı hatırlar mısın, bilmem? Ama ben yine de anlatayım sana ne hissettiğimi. Sadece birkaç dakika geç kalışımı cezayla taçlandırmıştın da ertesi sabah erkenden senin karşına çıkmıştım ya, senden sadece aferin demeni bekledim. Neden baba neden söylemedin? Tek bir çocuğunuz vardı, ona da neden böyle davrandınız? Anne peki sen neden bana inanmadın? Eğer o gün sen bana inansaydın bugün karşıma çıkmaya cesaret edemezdi. Ya doğru okudun, elinden zor kurtuldum o adamın. Merak etme ilgi beklediğim için yalan söylemiyorum. O kadar aptal değilim. Sizden yanımda olmanızı bekledim. Her şeyin sonu gibi hissediyorum ama yeniden başlayacağım. Yepyeni bir hayat için gideceğim. Siz beni öldürdünüz ama ben yaşayacağım. O günde söylemiştim sana anne, kendim hallederim. Ben bana yeterim anne. Yalnızlıktan değil karanlıktan korkardım ben ama artık ondan da korkmuyorum. Neden mi? Çünkü artık ben karanlığın ta kendisiyim. Kendimden kaçamam, bırakamam ben, beni. Yüreğim paramparça anne. Belki üzüleceksiniz, ağlayacaksınız hatta her zaman yaptığın gibi baba, anneme bağırırsın. Bağırma sakın. Sevin birbirinizi. Kaybolmayın sevgisizlikten. Ben kayboldum, siz birbirinizi kaybetmeyin olur mu?  Beni sakın merak etmeyin, hayallerime kavuşmaya gidiyorum. Orada çok daha iyi olacağım.  Buna inanıyorum ve gidiyorum annem, babam. Hoşça kalın. ”
“Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.” 

Kızım sen gideli bugün tam üç yıl oldu. Bulamadım seni yavrum. Sen yoksun ya ben de yokum annesinin tek tanesi. Ne yaptım ben sana. Kim bilir neredesin, kimlerlesin? İyi misin? Kötü müsün?  Keşke senden tek bir kere de olsa haber alabilsem. Babanda ben de senin olmadığın her gün biraz daha ölüyoruz. Tek bir iz bile bırakmadan nereye gittin kuzum. Seni çok özledik. İçim paramparça. Keşke burada olsan da her şeyi değiştirsem! Gözüm yollarda üç yıldır yavrucuğum. Belki bize verdiğin bu cezayı bitirmek istersin de bir gün gelirsin diye. Her gün karakollara gidiyorum. Artık kızıyorlar. Gel de dindir gözümüzün şu yaşını. Her ölüm haberinde içim cız ediyor tek tanem, senin olma ihtimalinle bir kez daha ölüyorum ben. Gel bugün doğum günün. Pastanı kendi ellerimle yapacağım. Ellerimle yedireceğim seni. Gözüne yaş gelse dünyayı yıkacağım yavrum. Bu arada o pisliği Elif’in yardımıyla bulup, adalete teslim ettik. Babanın elinden zor aldılar.  Sana inanmadığım, dinlemediğim için çok pişmanım tek tanem. Her güne kendimden nefret ederek uyanıyorum. Gel yavrum gel. Defterinde ki o son yazdığını, bir de o dörtlükleri üç yıldır okuyorum. Okudukça bin kez daha pişmanlığımı doruklarıma kadar hissediyorum. Gel annesinin tek tanesi, gel yavrum.
Son zamanlarda kızımın yürüdüğü yollarda yürümeye başlamıştım. Onu küçükken götürdüğüm parka gidip öylece çocukları izliyordum. Her gittiğimde aynı kızla karşılaşıyordum. Çok mutsuz görünüyordu. Sürekli elindeki deftere bir şeyler yazıyordu. Senin defterinde yazılı olanlar geldi aklıma. Ya o da öyle şeyler yazıyorsa… Onunla bir kez daha karşılaşırsam, tanışacak ve onun o mutsuz halini soracaktım. Gittiğimde yine aynı yerinde oturuyordu. Ama bu sefer tek başına ve sessiz sakin değil. Yanında bir kadın vardı. Ona bağırıyor, kolundan çekiştiriyordu. O da bir şeyleri kanıtlamak için çırpınıyor gibiydi. O an kızımın beni inandırmak için çırpınışı geldi aklıma. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye başladı. Onları böyle izlemeye daha fazla dayanamıyordum. Tam yanlarına gidiyordum ki kadın o kızı kolundan zorla çekiştirmeye başladı. Pek cesaret edemedim onları öyle görünce. Tam o esnada bir adam yanlarına geldi. Kız “Baba” deyip sarıldı boynuna. Ne çok isterdim kızım senin de bize böyle sarılmanı. Ah ah! Babanla seni en son ne zaman böyle gördüm, hatırlamıyordum bile. Özledim kızım gülüşünü, bana bakışını her zerreni özledim yavrucağım. Annesi arkalarından, babası ve kızı önden yürüyerek parkın yanında duran kırmızı arabaya doğru gidiyorlardı. Ah bir ara kız yürürken sendeledi. O an annesini de babasını da çok endişelendi ki “Kızım, yavrum iyi misi?” diye ikisi de tekrar tekrar sordular. Alt tarafı sendeledi diye düşünürken bir an da kız bayıldı. Yanlarına koştum hemen. Annesinin gözlerinden yaşlar bardaktan boşalırcasına akıyordu. Babası da hemen kucaklayıp arabaya bindirdi. Alelacele hemen hastane yolunu tuttular. Ben de arkalarından bir taksiye atlamış onları takip ediyordum. Yüreğim o kızcağızı çok merak ediyor ve peşinden gitmem gerektiğini bana fısıldayıp duruyordu. Hastaneye gelmiştik bile. İner inmez onların yanına koştum, neler olduğunu çok merak ediyordum. Kızı kucağında ve gözleri yaşlı olan baba “Sedye getirin. Doktor Ömer’i çağırın çabuk.” diye bağırıyordu. Hastanedekiler bu aileyi tanıyor olacak ki onları gören hemşirelerin hepsinin yüzü kireç gibi olmuştu. Beş dakika bile sürmemişti kızın başına doktorların toplanması. Ben uzaktan uzağa onları izlerken kadının yanına yaklaşmaya karar verdim. Çok kötüydü ve yanında hemşirelerden başka kimse yoktu. Tam yaklaştım kadıncağızın yanına ki odadan sedyede o kızı çıkardılar. Babasının sesi ağlamaklı olarak içeriden geliyordu. Yanında ki doktorlara “Ömer bana izin vermek zorundasın. Kızımın bu mücadelesine ortak olmak zorundayım o ameliyata girmek istiyorum.” diyordu. Ömer diye hitap ettiği o doktor da “ Olmaz Ertan. Biliyorsun ki yakının olduğu için bu ameliyata bu halde giremezsin. Lütfen şimdi sakin ol ve dua et. Sana söz veriyorum elimden gelen ne varsa fazlasını yapacağım. Şimdi eşinin yanında ol. Bak o da çok kötü. Onun da ihtiyacı var sana. Sabret Ertan. Yalvarırım sabret ve dua et.” dedi ve koşarak ameliyathaneye gitti. Adamcağız öylece kalakaldı. İkisi de o kadar perişandı ki. Kadının elinden tuttum ve ona “Lütfen sabredin. Ben inanıyorum ki kızın o ameliyattan sapasağlam çıkacak.” diyerek güç vermeye çalıştım. Ağlayarak bana öyle sıkı sarıldı ki bende onunla beraber hıçkıra hıçkıra ağladım. Dizlerinin üzerine çökmüş koridorda öylece sarılıp ağlıyorduk. Eşi gelip “Hadi Nuray kalk. Kızımızın bize ihtiyacı var. Toparlanmak zorundayız. O ameliyattan çıkıp yine gözlerimize gülerek bize bakacak.” dedi ve kollarından tutup kaldırdı karısını. Gözyaşlarını sildi, alnına bir öpücük kondurdu ve elinden tutup ameliyathanenin önüne gittiler. Peşlerinden gittim. Bırakamazdım onları öylece orada. Benim acım geçmeyecekti belki ama o kızcağızın iyileştiğini görmek acımı hafifletecekti. Saatlerce öylece bekledik. Beklemek gitgide daha da zor oluyordu. Annesinin de babasının da gözyaşları bir an bile durmadı. Kızım biliyor musun, seni beklemek gibi bir şeydi. Seni, aynı bu annenin kızının ameliyattan sağ çıkmasını beklediği gibi bekliyorum. Keşke bu ameliyattan ikiniz de çıkıp gelseniz. Ah yavrularım benim. Kalkıp kadıncağızın yanına gidip oturdum. Gözlerini yere dikmiş öylece ağlayan kadın bir an da yüzünü bana çevirdi ve “Daha bugün ona artık ameliyat olması gerektiğini ve artık bizimle inatlaşmamasını söyledim. Ama yine beni dinlemedi. ‘Ben zaten öleceğim anneciğim ne gerek var.’ dedi. Bunu her söylediğinde sinirlerim tepeme kadar çıkıyordu ama bu sefer ona bağırdım. Ona kızdım, hem de çok. Son konuşmamız keşke böyle olmasaydı. Keşke beni anlasaydı. Neden bu kadar umutsuzdu bilmiyorum. Neden neden neden… Bunu cevabını o kadar çok merak ediyorum ki, anlatamam. Her şey o son kontrolden sonra oldu aslında. Eskisi gibi olmaya can atan yavrum o günden sonra vazgeçmişti ameliyattan. Ne oldu o gün, neden bir anda umut dolu gözlerine o umutsuzluk çöktü anlamıyorum. Oysa tek çaresi bu ameliyat olduğunu biliyordu ve bunu başaracağına inanıyordu. Ah yavrum benim. ” dedi ve yine gözlerini yere dikip hıçkıra hıçkıra ağladı. Ona sarıldım ve o konuşmanın benim gibi kızını dinlemeyen bir annenin kızıyla konuşmasıyla alakası olmadığını anlayınca bende bin pişmanlıkla hıçkıra hıçkıra ağladım. Sonra aklıma kızcağızın defteri geldi. Annesine “ Elbette bu nedenlerin cevabını öğreneceksin hem de kızının sesinden. Gözlerine baka baka anlatacak. Ben inanıyorum kendine gelecek. Ama bir şey var. Şey nasıl söylesem yerimi bilmiyorum. Ama.. ‘Lütfen söyleyin lütfen.’ Kızınızı o parkta neredeyse her gün görüyordum. Hep defterine bir şeyler yazıyordu. Ah! Tıpkı benim yavrum gibi. Oraya yazmış olabilir hissettiklerini, korkularını. En son çantasına koymuştu.”  Kadıncağız hemen koşa koşa çantasını bulmaya gitti. Onun ardınca gelen kocası bana neler olduğunu anlamaya çalışırcasına baktı. O da peşinden gitti. Ben hala bekliyordum. Tam o esnada ameliyathanenin kapısı açıldı ve bir hemşire çıktı. Onunla  “Nasıl, bitti mii ameliyat? ‘ Evet, operasyon bitti, fakat hayatı tehlikesi hala devam ediyor.’ Yaşıyor yani.”  konuşmayı gerçekleştirir gerçekleştirmez hemen annesi ve babasını bulmaya gittim. Bahçede onları ellerinde defterle beraber hastanenin kapısına doğru geldiklerini gördüm. Onlara “Ameliyat bitti. Hemen gelin.” diye seslendim. Ellerinde ne var ne yok düşürüp koşa koşa kızlarının yanına gittiler. Ben de peşlerinden gidecektim ki defteri gördüm. Yavaş yavaş gidip yere düşenlerle birlikte defteri de aldım ve bir kenara oturdum. O kadar korkuyordum ki bu defterin içindekilerden. Ya benim yavrum gibi hayatı boyunca annesini pişmanlığın içine hapsedecek şeyler yazıyorsa diye. Belki doğru değildi ama defteri açıp sayfaları karıştırmaya başladım. Çok fazla yazılmış sayfa yoktu, sanırım daha yeni yeni yazmaya başlamıştı. Doğru olmadığını bile bile okumaya başladım. O kadar güzel anlatmış ki hislerini. Daha ilk cümlesinde ağlamaya başladım. Okudukça hıçkırıklarım hastanenin hüzün dolu havasına karışıyordu. Belki bir saat oturdum öylece. Beni benden alan o son satırları tekrar tekrar okudum. “Annem, meleğim. Sen sanıyorsun ki seni anlamıyorum, oysa senin o içinde yaşadıklarını tek tek eriyen bedenimde yaşıyorum. Ben istemiyorum mu sanıyorsun senin gözlerine yine eski umut dolu gözlerle bakmayı. Anneciğim seni de babamı da o kadar çok seviyorum ki size böyle bir acıyı yaşattığım için özür dilerim. Ama o son kontrol gününde doktorumun size dediklerini duydum. Ameliyattan çıksam da yürüyememe durumumun olduğunu, hatta belki çıkamayacağım ihtimalini de bastıra bastıra söyledi. Anneciğim ben yapamam bunu size. Bırakın hastalığım için öleyim ama ömür boyunca size yük olmak istemiyorum. Hani bir gün televizyon izlerken yürüyemeyen bir çocuk görmüştük annesi sürekli ağlıyordu. Sende onları öyle görünce ay dayanamam ben böyle şeye, çok üzüldüm değiştirin şu kanalı diye söylemiştin; işte annem sen dayanamazsan her gün ağlarsan ben daha çok kötü olurum. Bundan ameliyat olmaktan vazgeçiyorum. Bu deftere bugün son kez yazıyorum, olurda görüp üzülürsün diye de saklayacağım. Sen üzülme babam üzülmesin anneciğim, işte ben o zaman gülebilirim. Ama siz hep üzgünsünüz en iyisi sizi bu üzüntüden kurtarmak. Anneciğim bana sakın…” diye yazmış ama tamamlayamamış sanırım o an annesi geldiği için. Ah yavrum sen neler yazmışsın bir anne babaya çocuğu yük olur mu? Bunları okusaydı asıl o zaman kahrolurdu be yavrum. İnşallah bir an önce toparlanır ayağı kalkarsın da onları asıl bu üzüntü yükü altında bırakmazsın. Mahvolmuş bir şekilde ayağı kalktım. Zor bela hastanenin kapısına yürüdüm. Ah yavrularım benim, sizin nasıl kırılgan bir yüreğiniz var. Biz nasıl anlayamıyoruz sizi. Anladım ki annelik babalık sadece dinlemekte değil, anlamak lazım sizin o körpe yüreklerinizi. O an da başım döndüğü için bir an da savsaklayarak yere düştüm. Bir el omzuma dokundu bana “Hanımefendi iyi misiniz?” diye sorunca bütün tüylerim ürperdi adeta kalakaldım. Bu ses Allah’ım bu ses kızımın sesine ne çok benziyordu. Çıldırmıştım her halde. Kafamı kaldırmaya cesaretim yoktu. Ya o değilse diye düşünürken tekrar bana “Hanımefendi beni duyabiliyor musunuz? İyi misiniz?” diye söyleyince; o an kafamı yavaş yavaş sesin sahibine çevirdim. Sarıya boyanmış kısacık saçları, şaşkın gözleriyle Işık karşımdaydı.
Gözlerimi açtığımda kolumda serum bir oda da yatıyordum. “Işık nerede, kızım nerede? Bırakın beni çıkarın şunu kolumdan. Ya da ben çıkarırım kızım burada. Gördüm onu kızım burada.” Diye beni durdurmaya çalışan hemşireye bağırıyordum. Beni durdurmaya çalışsa da o an kendimi kaybetmiş gibiydim. Kızımı görmüştüm yıllar sonra. Kolumda ki serumu çıkarmak için hemşire ile cebelleşirken bir sesle öylece kalakaldım. “Anne.” Ben ona bakıyordum o da bana. Dünyam durdu, ölmüştüm de cennette yavrumla kavuşmuştum sanki. Gözlerimden akan yaşlar bu defa mutluluktandı. Bana doğru yürüyen kızımdı. O an “Işık bu sen misin? Kızım, yavrum ölmedim değil mi ben. Ben rüyada mıyım yoksa. Evet, evet bu rüya değil mi yoksa sen olamazsın. Sen gittin kızım. Biz bulamadık seni. ‘Anne hayır benim, kızın.’ Bu sensin gerçekten Işık.” Kolumdaki serumu çıkartıp, ayağı kalktım. Hem ağlıyordum hem gülüyordum. Delirmiş gibiydim. “Kızım!” deyip öyle sarıldım ki ona bütün yılların acısını çıkartarcasına… Ben “Kızım, yavrum” Işık’ım “Annem çok özledim.” Deyip hıçkıra hıçkıra ağlıyorduk. Saatlerce sarılıp öptüm onu doya doya. O an ölebilirdim mutluluktan. İkimizde tek kelime etmiyorduk sadece sarılıp birbirimizin yüzüne baka baka hasret gideriyorduk. “Neredeydin yavrum.” Dedim sessizliği bozup.   “Bana hiçbir şey sormasan olur mu annem. Şu anın hayalini o kadar çok kurdum ki bozulmasın böyle tatsız şeyler. Sonra doya doya anlatırım.” Dediği için sessizce yüzüne baka baka ağladım. O an da içeri bir hemşire girdi ve “Işık acilde ihtiyacımız var sana hadi gel.” Deyince üzerinde ki beyaz önlük dikkatimi çekti. Yakasında “Görevli” yazısını görünce ona bir kez daha sarıldım. Yanımdan ayrılmasını istemiyordum ama gitmek zorundaydı. “Geleceğim annem, merak etme.” dedi ve gitti. Nasıl bir gündü? Ah hemen babanı aramalıydım Işık. Ya da önce sana sormalıydım. Gelecek miydi benimle. Yoksa bırakıp gidecek miydi? Böyle sorularla cebelleşirken küçük kız geldi aklıma. Yerimden kalkacak halim bile yoktu ama bir telaşla hemen hastane danışmanlığının oraya gidip aradığım kızın durumunu anlattım. Benim kimi sorduğumu anlayınca durumu şu an iyi diyerek üçüncü katta olduğunu söyledi. Hemen çıktım. Annesini görür görmez yanına koştum. Beni görünce boynuma sarıldı “Dediğin gibi iyi kızım. Ameliyatı atlattı.” dedi. Daha da iyi olacağını söyledim. Küçük kızı camın arkasından görünce çok mutlu oldum. Numaralarını aldım ve ziyarete mutlaka geleceğimi söyleyip odaya geri döndüm.
Ah bir günde mahvolan hayatımız bir günde nasıl da yerli yerine oturmuştu. Kızım evimize ışık gibi doğmuştu. Babasıyla karşı karşıya gelince o kadar sıkı sarıldılar ki onları hayal ettiğim o anda gördüm. Saatlerce öylece oturup onu izledim. Bize neler yaptığını nasıl hayata tutunduğunu anlattı. Meğer o gün okulundaki hocasına gitmiş. Bütün her şeyi ona anlatmış. Bize haber verirse oradan da kaçıp gideceğini söylemiş. Öğretmeni de çaresiz onu kaybetmemek için birkaç gün kendi evinde ağırladıktan sonra, bir devlet yurduna yerleştirmiş. Bunların hepsini başkalarının yardımı ile yaptırdığı için bizim öğrenmememiz içinde ayrı bir durum düşünüp halletmişler. Çok üzülmüş öğretmen hanım, yıllarca kahrolmuş ama Işık aksi olursa kaçıp gideceğini söylediğinden bize haber verememiş. Okul ihtiyaçlarını,  her şeyini burs bulup karşılamaya çalışmış. En son artık Işık bir yerde çalışmak istediğini söyleyince öğretmeni da bir yakını aracılığı ile hastanede getir götür işlerini yapacak bir iş bulmuş. Daha başlayalı iki hafta olmuş. Kendini yeni yeni Allah razı olsun Merve Öğretmen sayesinde toparlamış. Bizden çok özür diledi. Her gün size onun iyi olduğunu söylemek istedim ama bende kaybedersem kaybolur diye çok korktum. Zamanı gelince Işık sizin karşınıza çıkacağını söyleyince rahatlamıştım. Vicdanım az da olsa rahatlamıştı ama tabi asıl şimdi rahatladım, dedi durdu.  Ona nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorduk. Her şey bir an da bitmişti, bir an da da başladı. Ben neden daha fazla üzüp üzülelim diye düşünüyordum. O mahalleden taşınmış ve Işık’ın istediği yere taşındık. Küçük kızımızı hemen hemen her gün arayıp ziyaret ettim. Onun da durumu daha iyiye gidiyordu. Anladım ki her bitiş yeni bir başlangıçmış.
Her geçen gün parlak bir günün habercisi gibiydi.
Işık’a yaşatamadığımız her güzel günü şimdi torunum Umut ile yaşıyoruz.  
Artık başlamadığım her güne Bismillah, yaşadığım her güne şükür...

SEMA ALTINAY

Yorumlar

  1. Bir edebiyatçı gözüyle bakamam belki ama tek solukta okuduğum bir yazı olmuş, kaleminize sağlık. Başarılar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu düşünceniz için çok teşekkür ederim. İnanın bunu duymak beni çok mutlu etti.

      Sil

Yorum Gönder

TEŞEKÜRLER...

Yazılarımızı sosyal mecralarda paylaşarak göstereceğiniz ilgiden dolayı teşekkür ederiz...

KAYNAK GÖSTERİLMEDEN KULLANILAMAZ.

İMZALI YAZILARDAKİ GÖRÜŞLER YAZARLARINA AİTTİR...

YAZARLARDAN OKU...

Daha fazla göster

İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *

BİZİ TAKİP EDİN...

ÇOK OKUNANLAR

ASIM'IN NESLINDEN VATAN GÜNEŞİNE

GÜRÜLTÜLÜ SESSİZLİK

BİR GÜN

ANLAMAKSA ŞİİRİ

HER ŞEYDE "SEN" VARSIN

Herc-ü Merc

YAŞLI ANADAN BEŞ OĞLUNA MEKTUP

EDEBİYAT VE SANATTA YERLİLİK VE MİLLİLİK