Göz kapağımızı araladığımız an başlıyordu zaman geri akmaya. Bir telaştır ki başlıyor, onca işi bir güne sığdırmanın, sonra o günleri bir torbaya sıkıştırmanın.. Şikayetlerimiz vardı zamanın su gibi akmasına, günün çabucak sonlanmasına.. Hiçbir şey anlamadan yeniden başa sarıyordu serüven. Her sabah işimize, okulumuza, sevdiklerimize niyetle evlerimizden ayrılıyorduk. Aynı koşuşturma ile günü tamamlayıp güneş ile birlikte yuvalarımıza çekiliyorduk. Kendince rutin bir düzeni vardı işte herkesin. Dünyanın işleyişi bu yöndeydi elbet. Bir yerde okumuştum; Bu dünya da didinir, biriktirir göçersin. Ardına mirastır alın terin. Velhasıl bir şekilde kucaklaşarak, gülücüklerin en tatlısını muhabbetlerin en ballısını ederek dostlarımızla tamamlanıyorduk. Koca dünya bir köşeye sıkıştırdığı zaman derinden nefes aldığımız yüreklere sığınıyorduk. Ellerin kenetlendiği oyuklardan akıyordu huzur. Soba başı akşamlarıyla ısınıyordu yüreklerimiz. Hararet basar muhabbete çay da o...