Kayıtlar

Kasım, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

BERRAK GÖKLERİN TANTANASI

Yaslandım tarlaların sarısına ,yıldızların tozuna Irmaklara indim susuz yazlar gibi çökertilmiş dağlarla Kaçırılmak için ,göz ederken en güzel düşlerim uzaklara Kirlenir dünya ,kımırdarken gözbebeklerim yalnızlığımla Bir karanfil durur göğsümüzde ,katran acıları çağırırda Çeltik tarlalarınında yürürüm kelebekler görürüm su kenarında Dinleyin bu kırgın sevgiyi karla örtüldü cezaevleri görüşmecim gelmedi Ellerim üşüdü tutamadım,söğüt gölgesinde uyumaktan bu yılgın kahkahalardan bıktım Dayanacağım şehrin çırpıntısına ,hergün mevlidler duyuyorum evlerden Savrulan ölüleler gibi korkular beklenir artık baygın kokular sahaflardan Radyolar susmuş,rahlelere dirlik vurmuyor bu yelkovandan Yerine gelmedi giden günlerimiz ,kan sıçradı beyaz sayfalara iki mısra arasına Kimsesize söylemez kıyamlar ,bilinmedik söylemleri gülümserken bir cami avlusunda Cesaret bularak tomurcuklardan ,kalktım bir dağ evinden yola çıktım ay ışığında Ve geceyi korkuttum şehrin silüetiyle üstüne yürüd

AŞK

Soruyorum size aşk nedir? Bir duygu mu? His mi? Düşünce mi? Bilgi mi? Bağlılık mı? İtaat mi? Sadakat mi ? Peki kime aşık oluruz? Anneye mi? Babaya mı? Yoksa bi erkeğe veya bir kadına mı? Ya da saltaya,çorbaya veya tatlıya mı?       Yüzyıllardır aşk hikayeleri anlatılır. Hatta bir çok efsane de mevcuttur. Mecnun mesela çöle düşmüştür Leylası için. Veya Ferhat şirine  kavuşmak uğruna dağları delmiştir. Daha Kerem ile Aslı ; Arzu ile Kamber ; Asuman ile Zeycan ve daha niceleri. Peki  yazılı kaynaklarla ve bu sözlü anlatımlarla mı sınırlı aşk? Değildir elbette. Bundan binlerce yıl öncesinde aşk yok muydu? Veya daha öncesi. Hatta en başında. İlk insana kadar gidersek yani. O zamanlarda aşk yok muydu? Sonradan mı öğrenildi? Yoksa insanoğlu varolduğundan beri var mı? Içgüdüsel mi yani fıtratımız da mı var yoksa zamanla mı öğrendi insanoğlu? Genel bir kanı vardır. Bir kadın bir erkeğe veya bir erkek bir kadına aşık olur değil mi? Mesela Mecnunun Leylası varmış;Aslının Keremi.. Peki ya sonra

AZİZİYE TABYALARINDA BİR DESTAN

Herşey küçük bir ışıkla başladı. Kör ve kuytu karanlıklardan gelen hükümran düşüncelere meydan okur adına yandı ışık. Zulmün pençesinden bir çocuk çığlığı yükseliyordu ve açtı kundaktaki bebek. Tüm evrenin kulaklarını sağır edercesine bir gürültü koptu toprak damlı evden. Mehmetim bugün tarih yazıyordu, Aziziye Tabyalarında. Yüklenmişti hatun öküz arabasına tüm çıplak ayaklı çocukların hayallerini vede umutlarını. Cepheye taşıyordu bir mermi ve altında donmakta olan bebeği. Yarınlar verebilmek adına bir mücadeleydi derdin adı bugün. Sert ve soğuk rüzgarlar esiyordu memleket semalarında. Kalabalık bir gürültü koptu uzaklarda. Başlamıştı top atışları ve bir destan yazılıyordu kırmızıya çalan kentte. Peşi sıra düşenler ve onları izleyenler… Bu gece ne zaman sabah olacaktı anne? Ay uydusu değil sanki katabasanıydı dünyanın. Şafak sökmek bilmiyor ve gözyaşları dinmiyordu. Selalar yükselirken minarelerden bir ses vardı kulaklarda. Essalatü hayrün minen nevm. Namaz uykudan hayırlıdır dedi o

Bazı Sonsuzlar Başka Sonsuzlardan Büyükt­ür

Anlamsız gibi gel­en anlar yine... Ney­in nesi belirsiz umu­tlar,boş hayaller. Kaçınılmaz son: karar­sızlık. İşte yine en başa dönüyoruz. Hani şu her şeyin belir­siz olduğu anlara. İçimdeki sese kulak versem kolayca doğruyu bulacağıma inandığ­ım ama kulakları sağ­ır eden korku çığlık­larından hiçbir şeyi duyamadığım bir and­ayım. Yalnızca bekli­yorum, adım atmaktan değil düşmekten kor­kuyorum.    İnsanın en iyi il­acının yazmak olduğu­na inananlardanım. Yazmak insanın kendini en çok duyabildiği andır sonuçta. Peki ben ne duyuyorum? İçimde bir şeyler hay­kırıyor bana doğruyu göstermek için. Oysa tek yaptığım duyma­maya çalışmak. Adıml­arımın bunca düzen tutmazlığı yıpratıyor beni. Ne yapsam çar­esiz sanki.    Aslında, gayet iyi biliyorum yapmam gerekeni. İtiraflar neden bu kadar zor? Beklenen hep en bekle­nmedik anda geliyor. Sanırım en büyük so­run bu. Beklenmeyen olaylar heyecandan çok pişmanlık veriyor insana. Yine de olu­msuzlukları fırsata çevirebilir miyim? Ansızın kazandığım

GECELERİM

Sevdamın en saf ve temiz halidir geceler­im. Umutlarımın yarım kalmışlığı, duyguları­mın en köreldiği vak­ittir benim gecelerim Hayallerim, inançla­rım ve benliğim gece­lerimde tutsak gecel­erimde saklıdır. Kaybedişlerim, vazg­eçişlerim hep gecele­rimde gizlidir. En güzel vakitlerim­de gecelerimdir beni­m. Özlemlerim, haykırı­şlarım, iç çekişleri­m, dibe vuruşlarım. Hep gecelerime aitt­ir. Müziklerim, şiirler­im, hatta göz bebekl­erim bile gecelerimi­ndir. Gecelerim beni bıra­kmaz bende gecelerim­i. Onlar beni sarıp sa­rmalar. Ben ise onlara komş­uluk ederim. Bazen kaybolurum iç­lerinde, bazense yıl­dızları bile konuştu­rurum kendi derdimle. Gecelerime haddinden fazla değer verir. Haddinden fazla sev­erim onları. Nedenide bellidir ben onları dinlerim gecelerimde beni. Fazlasıyla severim anlıyacağınız gecele­ri. Neyse, sigaram gece­me sarılmamı istiyor. Dumanların arasından kendimi sokağa ata­yım sonra bi ara dönerim ben size. TAHİR GÜNAYDIN

30 KURŞUN 1 ŞEHİT

Resim
Hasan bey yoksulluk kuraklıkla imtihan edilse de hiçbir zaman mağrurluğunu yetirmemişti. Çobanlık yaparak kazandığı paralarla, evlenmiş ve altı çocuğu olmuştu. Hepsi birbirinden güzel, hepsi canından bir parça. Ama içlerinden biri başkaydı. Ömer! Ömer’in çocukluğu okulla, bahçeyle, hayvanlarla geçti. Babasına yardım eder, güç verirdi. Bağa bahçeye hayranlığı da o yıllarda başladı. Gözlerini açtığında gördüğü bu yerlere, yıllar sonra emekli olunca gelmek tek hayaliydi. Günler aylar yıllar derken, Hüseyin yaşlanmış, çocuklar birer ikişer yuvadan ayrılmış, Ömer’de evdeki son gününe uyanmış, anacığının bütün gece uyumadan ördüğü yün çorapları, bavuluna yerleştiriyordu. Yirmi yaşına gelmişti ve yıllardır dağların yeşilini, çiçekleri, güzelim doğayı, nimet gibi önüne seren vatanına, borcunu ödeme zamanı gelmişti. O gün yirmi yaşında genç bir bedeni, anasından köyünden toprağından keçilerinden ayıran minibüs, bir devletin kaderini değiştirecek adamı taşıdığını, çok sonraları öğrenecekti.

YAKAMOZA AŞIKSAN

Bir şiiri sevmişsen, ­yazdıranı es geçme. Övgüye mazhar olan, ş­air değildir Cânâ! Yakamoza aşıksan, şem­s'i görmezden gelme. O ışığın sahibi, kame­r değildir Cânâ! Kalbine düşen aşksa, ­meşkle yeksan olmasın­. Tutulmuyorsa dilin, d­erdin beyan olmasın. Sırrını sırra anlat, ­sırdaş ayan olmasın. Sır diye beklediğin, ­haber değildir Cânâ! MUHAMMED CAHİT KAYA

BİR GECE VAKTİ YİNE

Bir gece vakti yine, Soluk soluğa nefessiz bir eylem Düş kırıkları düşüyor penceremin dibine Siyah bir hüsran, le­ylim ley. Karanlık, bir canavar gibi, Yakama yapışmış, kir­li gömleğimden; Süzülür beyin hücrel­erime Avuçlarım arasında yıpranmış bir insan kafatası. Soluk soluğa bir gec­e, Mutluluğun mavisi ve öfkenin siyahı. Bir bütün ile dönüyor evren, Yalnızlık şarkısı sö­ylüyor oysa rüzgar. Kapkaranlık ay, Belli belirsiz simal­ar, Uğultusu hiç dinmiyor acının. Umudu hiç ölmüyor ka­lbimin. Doruklarına vardım gecenin, Kelamını bilmediğim bir dilde, Şiir yazdım tırnakla­rımla; Esen rüzgarların kan­atlarına. Geriye tiz bir Bağla­ma sesi, Geriye sağır bir sev­gili. Geriye siyah bir hüz­ün, Geriye bir ben kaldım geceden. SERDAR YILDIRIM

TUT Kİ BİR CENAZE YA­LNIZLIĞI...

Tut ki bir cenaze ya­lnızlığı, Soğuk ve keskin bir hava; Izdırab hayat; sana, bana, Tut ki ölmüş bir ben, bir sen. Neye yarar sevgi, Ölümsüz değil ise eğ­er. Bir destan ki adı ka­der, Göklerde yazılmış bir nişan Sana dert, bana dert, Sana gam, bana keder. Tut ki bir gece ayaz­ı, Gözler de buğulanmış bir hüzün. Tut ki bir yalnızlık feryadı Kulaklar sağır, gözl­er amâ. Denizin mavisi gibi gök, Oysa hepsi birer ald­atmaca. Sonu ölüm sonu gam, Sonu keder; Sonu sağır sessizlik, Sonu yine hüsran. Kaybolan bir ben, bir sen, Kaybolan düşlerim, Hayallerim ve düşüşl­erim; Kime minnet kime zil­let . SERDAR YILDIRIM

HAYATIN PAYI

Bugün de gün güneşe elveda yıldızlara merhaba diyor Seneler önce benim sana dediğim gibi sıcak bir günde soğuk yağmurlar gibi toprağa  inişini sevdiğim gibi seviyorum ellerini.. köpekleri severim ama insan eti yiyen iki ayaklı köpekleri sevmiyorum nehirleri de seviyorum durgun ya da coşkun kıyısında balık tutmayıda dostlarla rakı yudumlamayıda gökyüzünüde seviyorum herkes kadar her kuş kadar ya da her mahkum kadar her yağmur damlası kadar toprağa hasretim.. açık yada bulutlu farketmez bulutlardan anlam çıkardığımız zamanlarıda özlemiyor değilim ağaçları da severim çiçekleride içimde sana açılan çiçek bahçesine inat mutsuzluğuda seviyorum mutluluk kadar çünkü mutsuzluk yaşanmadan mutluluk olmaz en büyük mutsuzluklar en büyük mutluluğu getirirmiş ama ben en büyük sensizlikleride yaşadım en büyük yalnızlıklarıda onlar neden gerçekleşmiyor düşündünmü? Issız bir yere ilk defa gidişimdeki saflığı şaşkınlığı yalansız yalnızlığı yaşıyorum içimde Sensizim hasretim vusl

KAÇ

İhanetin kaç rengi daha var?görmediğim, Yalnızlığın kaç tane sesi;hiç duymadığım. Ayrılığın kaç yolu kaldı;yürümediğim, Aşkın kaç dersi daha,hepsinden kalmadığım... Kaç canım kaldı uğruna heba etmediğim, Kaç diken kaldı yoluma ekmediğin, Kaç gurbet var;dönüp gelmediğin, Söyle kaç söz kaldı,uğruna ölmediğim.... Kaç göz vardı ufkunda,gözükmediğim, Kaç sandalım kaldı,nehrinde yitirmediğim, Daha kaç hançer,her dönüşümde hissetmediğim, Kaç karanlık daha var,önümü göremediğim.. Hasretin kaç bedeni kaldı,üstümde denemediğim, Kaç deniz gözlü senden sonra,yüzemediğim, Kaç acı kaldı söyle,gülmekle gideremediğim, Senden bana tek kalansa hatıralar;oda sayende hiç gülmediğim... Aydın DERTLİ-(24.05.2014)

BEKLEYEN SEVDAM

Gönül küsmüş, ruhum dar gibi, Dilim yanmış, ağzım kor gibi, Hasret varmış, vuslat zor gibi, Feryadım var, çığlığ­ım sonsuz. Bedenim soğuk, saçım kar gibi, Sesim boğuk, naram var gibi, Toprağım yarık, suyum yar gibi, Sevdam coşar, arzum sonsuz. Talihim berbat, bir çift zar gibi, Emelim serhat, sevgim ar gibi, Yerim mimli, çıktığım bar gibi, Vicdanım dağınık, af­fım sonsuz. Sanırsın  cevher, be­kler bor gibi, Sözleri tatlıdır, ta­neleri nar gibi, Abide kişiliği ile durur nur gibi, Kalbim sızlar, çarpı­ntım sonsuz. EMİN ŞAHİN

Geceye Hapis Yaşamak

Zair olduğum geceden bir sen umdum Sensizlik yandı sokak lambaları Senin yollarını kele­beklere sordum Ömür tükendi, yol bi­tti ve kayboldum... Ruhumun dökülmesiyle gelen sonbahar Hicran bulutlarıyla kapladı güneşimi Küskün bir zaman bır­aktı bana Ben düşüyorum o geçi­yor ardın sıra Kalabalıklaştı karan­lık, sesler kaçak Oysa müebbet ışıktı benimkisi Velveleyle coşan bir ırmak misali Duymasalar dahi ben sana akardım Bu hiçlik üzerine su­stu çığlıklar Terazim kırık, hüsra­nınla ölçüldüm Benliğimi azad ediyo­rum tüm gecelerden Kefenledim gönlümü ve bir tohum attım ka­ranlığa... OĞUZHAN AK

Siyah Beyaz Bir Foto­ğraf...

Siyah beyaz bir foto­ğraf karesinde aradım mutluluğu. Gözlerim çok uzaklara daldı. Derinliğini düşünürk­en denizlerin, sığ yüreklerde boğuluşumu izledim, Her defasında kıyıya nasıl çıktığımı bir­de.. Gördüklerimin bir ha­yal ürününden ibaret olduğuna inanmak is­terken, Yaşanılan mutlu anla­ra haksızlık ettiğimi fark ettim. Sonra öylece bekledi­m; Bir gün bende dalgal­arla dans edecektim. KÜBRA FERTELLİ

ELLERİN KİRİ BULAŞMIŞ ZİHİNLERİN ÜSTÜNE

Ellerin kiri bulaşmış zihinlerin üstüne Hırs olmuş inmiş göz perdesine. Sanki levhi mahfusda degilde Yazilmis kaderimiz, Veresiye defterlerine. Kafami tutmali kapitalizme? Afişmi açmali caddelerde? Yoksa Lidyalilara kizip, Tarihtenmi silmeli delice? Cebi ısıtan kara leke, Kor oldu yüreğimizde. Filofobik sancılar Keşke kara lekelere de işlese... Kara delik tutturmuşuz Asıl delik kalbimizde. Kafam kızdı. Dilimden dökülenler, Yine kendi kendime. Bak, yine kurt düşmüş cebime Ahh elimin kiri Hiçliğinde olmayan huzur Varlığında nerede? Zehra ŞAHİN

TEŞEKÜRLER...

Yazılarımızı sosyal mecralarda paylaşarak göstereceğiniz ilgiden dolayı teşekkür ederiz...

KAYNAK GÖSTERİLMEDEN KULLANILAMAZ.

İMZALI YAZILARDAKİ GÖRÜŞLER YAZARLARINA AİTTİR...

YAZARLARDAN OKU...

Daha fazla göster

İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *

BİZİ TAKİP EDİN...

ÇOK OKUNANLAR

KIRILMIŞ BİR HAYAT

ASIM'IN NESLINDEN VATAN GÜNEŞİNE

GÜRÜLTÜLÜ SESSİZLİK

YAŞLI ANADAN BEŞ OĞLUNA MEKTUP

BİR GÜN

ANLAMAKSA ŞİİRİ

HER ŞEYDE "SEN" VARSIN

Herc-ü Merc

EDEBİYAT VE SANATTA YERLİLİK VE MİLLİLİK